Sevgili Arkadaşlarım, Kıymetli Dostlarım, Canlar,
İslam dini sosyal ilişkilere, ahlaka, kişilik haklarının korunmasına, güven, huzur ve barış ortamını yok edecek, kavga, tartışma ve dargınlıklara sebep olacak davranışlardan kaçınılmasına büyük önem vermiştir. Bu sebeple sosyal ilişkileri zedeleyen, temel hakları ihlal eden ve ahlaki zafiyete sebebiyete veren gıybet, iftira, yalan, nifak, fesat benzeri söz, fiil ve davranışları yasaklamıştır.
Gıybet ve dedikodu bir kötülüktür. Bu doğrultuda gıybet ve dedikodunun yapılması kadar dinlenilmesi de yanlıştır. Şayet kişi herhangi bir ortamda gıybet ve dedikodu ile karşılaşırsa, bunu bir kötülük olarak algılamak ve bu olumsuz konuşmanın değişmesi için peygamberi bir anlayışla, önce fiille, sonra sözle müdahale etmek, başarılı olamazsa da hoşnutsuzluğunu belirterek bulunduğu ortamdan ayrılmak zorundadır. Bu kendisine, insanlara ve inandığı değerlere saygısı olan mümin duyarlılığıdır.
Ayet-i Kerime’de yüce Allah, kişilik haklarını ihlal eden üç davranıştan sakınılmasını emretmektedir. Bunlar; "kötü zanda bulunmak", "insanların gizli hallerini araştırmak" ve "gıybet etmektir.’’ Her üçü de, kişilik haklarını ihlal eden, toplumun huzur ve güvenini sarsan davranışlardır. Kişide ve toplum hayatında tedavisi çok zor yaralar açan birer hastalıklardır. Özellikle gıybet çok çirkin bir davranıştır. Gıybet kişi, aile, toplum hatta bir milletin bütün mensuplarını rencide edebilir. Kişiler, aileler ve toplumlar arasında huzursuzluk, kırgınlık hatta kavgaya bile sebebiyet verebilir. Bu sebeple yüce Rabbimiz ve sevgili Peygamberimiz gıybet etmeyi şiddetle yasaklamışlar, büyük günah olduğunu bildirmişlerdir. Gıybeti yapılan kimse hakkını helal etmedikçe kişi gıybetin günahından kurtulamaz. Çünkü gıybet etmek kul hakkı yemektir. Kul hakkının ise; Allah-ı Teâlâ helalleşilmedikçe bağışlanmayacağını belirtmektedir.
Kıymetli Dostlarım, Canlar,
Kur’an ahlakıyla olgunlaşmış, güzel ahlak sahibi Müslümanın niteliklerinden birisi de gıybet etmemek ve dedikodu yapmamaktır. İnsanların gıyabında konuşulanların gıybet olarak değerlendirilmesi tamamen konuşanların niyetlerine bağlıdır. Örneğin, bir insanın kusurlarını sırf onu küçük düşürmek niyetiyle söylemek gıybet sayılırken, hatalarının düzeltilmesi amacıyla söylenmesi gıybet olarak değerlendirilmez. Yine aktarılan bilgilerin doğru olması koşuluyla, ahlâkı çirkin olan, söz ve davranışlarıyla İslâm’a ve insanlara zarar veren, ırz ve namus düşmanı kişilerin şerrinden insanları korumak için yaptıkları kötülüklerden söz etmek veya herhangi bir kişi ya da grubu kastetmeksizin genel olarak insanların yanlış davranış ve özelliklerinden bahsetmek gıybet değildir. Yine Kur’an’da insanları çekiştiren ve söz götürüp getiren kişiler, kendilerine saygı gösterilmemesi ve sözlerine itibar edilmemesi gereken kimseler olarak tanıtılmakta ve bu tür çirkin davranışlar sergileyenlerin karşılaşacakları dehşet verici azaba dikkat çekilmektedir. Bir kişinin başkası hakkında gıybet edip dedikodu yapmasının insanları küçük düşürmek, aktif kin, nefret ve haset duygusu, dedikoducunun kendini tatmin etme isteği, bir konuda kendinin haklı olduğunu ispatlamak, kendi kusurlarını örtbas etmek, kendini üstün göstermek, insanlarla alay etmek, çekemediği birisinin övülmesine tahammül edememek gibi sebepleri olabilir. Ancak bütün bunlar, hiç kimseye insanları arkadan çekiştirme, onlar hakkında dedikodu yapıp gıybet etme hakkını vermez. Ayrıca bu çirkin davranışın önemli bir kul hakkı olduğu da aşikârdır. Bu nedenle ahlâken olgun mümine yakışan, gıybet ve dedikodudan kaçınmaktır. Daha önce böyle bir davranışta bulunmuşsa, o kişiden özür dileyip helallik istemektir. Öte yandan gıybet ve dedikodu yapmak, kendi eksikliklerini başkalarını kötüleyerek kapatmaya çalışmak tedavi edilmesi gereken psikolojik bir hastalıktır. Bu hastalıktan kurtulmanın yolu ise, kişinin kendisini gıybet ve dedikoduya yönlendiren sebepleri terk etmesidir. Zira akıllı insan, özeleştiri yapabilen ve sürekli eksikliklerini düzeltmeye çalışan ahlaken olgun insandır.
Sevgili Arkadaşlarım, Kıymetli Dostlarım, Canlar,
İftira atmak, psikolojik bir hastalıktır. İftiranın amacı, bir insanın, bir ailenin ve sosyal bir topluluğun huzur ve mutluluğunu bozmak, kendi lehine birtakım menfaatler temin etmek ve kendisine rakip gördüğü dürüst, şerefli ve haysiyet sahibi insanları toplum nezdinde yıpratmak ve küçük düşürmektir. Güya müfteri, iftira atarak kendince tatmin olmaktadır. Ama işin aslı böyle değildir. Müfteri, aynı zamanda iftirasına muhatabını da inandırmak istemektedir. Bu nedenle olgun iman ve ahlâk sahibi birey, her söz ve habere hemen inanmamak, aksine bilgi ve haberin doğruluğunu iyice araştırmak zorundadır.
Bu konuda Kur’an’da, “Ey iman edenler! Sorumsuzun biri size bir haberle geldiğinde, durup gerçeği araştırın! Yoksa istemeden birilerini rencide eder, ardından da yaptıklarınızdan pişmanlık duyarsınız.” buyrulmaktadır.
Yine Peygamberimiz Muhammed Mustafa (As.)
"Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz, dili doğru olmadıkça kalbi doğru olmaz. Komşusu zararlarından emin olmadıkça kişi cennete giremez" buyurmuştur.
Sonuç Olarak
Müslümanlar arasında su-i zan, dedikodu ve gıybetin yaygınlaşması, toplumsal ve aynı zamanda manevî bir felâkettir.
Zira toplumu ayakta tutan en önemli hususlardan biri birlik ve beraberliktir.
SAYGILARIMLA VESSELAM !!