Sevgili arkadaşlarım, kıymetli dostlarım, canlar,
Geçmişten ve tarihi kayıtlardan işittiğimiz ve okuduğumuz ahir zaman denilen fitne, fücur ve cadı kazanının içindeyiz de farkında değiliz. Bu zavallı haldeyken elimizde bir kazık çakacak yer ararken ölüp gidiyoruz. Ona yüreğimiz yanıyor. Elbette nasıl ki "yapan bilir" öyle de "bilen konuşur" fetvasınca Yaratan ve yaşatan Allah’ın kelamı ve hitabı olan Kur'an-ı Kerim'e bakmalı, O'nu dinlemeliyiz.
Ben başkalarına nasihat edecek halde hiç değilim. Kalbimizi yaratan Allah, kalbimizden geçenleri de bilir. Kalbimiz Allah ile olunca, kalbimiz genişleyince hiçbir şey dar gelmez. Allah ile oldu mu, her yer ona yar olur, yarar olur. Böyle bir kalbin sesine uymak, kulak vermek ne hoş bir duygudur.
Bakara suresinin altıncı ayetinden itibaren okuyacak olursak üzerimizde nasıl bir ölü toprağı var, ne kadar derin bir gaflet uykusundayız, zavallı bir halde Din kardeşimiz olan insanlar dünyada felakete giderken gayet telaşsız, maddeye bağlı bir hayatı yaşıyoruz.
Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın. Dilediğini yüceltirsin, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Hiç kuşku yok sen her şeye kadirsin. (Âl-i İmrân 26)
Sevgili arkadaşlarım,
Neden kaybediyoruz biliyor musunuz? Toplumların temeli ve devamlılık kaynağı olan aile kurumu darmadağın olduğu için. Tarihte geniş aileleriyle nam salan toplum iken, çekirdek aile gibi sıradan ve içi boş bir yapılanma ile aile yapımızı basitleştirdiler. İnsanın manevi ve özel dünyasına canlılık veren, toplumsal psikolojiyi dengede tutan aile yapısının fıtratını, yapısını bozuncaya kadar bıkmadan, üşenmeden, yorulmadan çalıştılar, çabaladılar. Ciddi sermayeler harcayarak kapitalizmin, babalar günü, anneler günü gibi saçma sapan günler üreterek bir ömürlük yapıyı bir güne indirgediler. Oysaki neşeli kalabalık aileden, yapayalnız kendi karmaşık dünyasında yaşayan çekirdek aileye, hatta daha da yalnız ama ayakları üzerinde durduğunu zanneden bireysel yaşantıya dönüştük.
Kapitalizmin topluma dayattığı özel günlerde hatırladığımız , Kur'an'da "Öf bile denmeyecek" tavsiyesi verilen, cennet ayaklarına serilen, duası peygamber duasına eş tutulan anne ve babamız yaşadığımız maddeperest, nam , makam ve maaşla değerlendirildiği şu devirde hemen hemen hepmiz yetim ve öksüz kaldık.
Kıymetli dostlarım, canlar,
İsra Suresi 23 ve 24. ayetlerinde şöyle emredilmektedir: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmemizi ve anne babanıza iyi davranmanızı emrediyor. Onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlanırsa onlara öf bile deme. Onları azarlama. İkisine de gönül alıcı güzel sözler söyle. Onlara merhametle ve alçak gönüllülükle kol kanat ger. 'Rabbim! Onlar nasıl küçüklükte beni şefkatle eğitip yetiştirdilerse şimdi sen de onlara merhamet göster' diyerek dua et.” Bu emir, insanın kendi geleceğine yapacağı en önemli bir yatırımdır.
Her insan anne veya baba olacaktır ve mutlaka ölüm erkenden kendisine gelemezse ihtiyarlığı yaşayacaktır. Peki, yaşlılar yurdu, huzurevi, yaşlı bakım evi gibi janjanlı cümlelerle kurulan bu kurumlar neyin nesi? Kimse “bizden daha iyi bakıyorlar” mazeretiyle anne babasını başından atmanın bahanesini üretmesin. Kimsesi kalmayan anne babalar müstesna olarak, hiçbir evlat daha iyi bakılıyor diyerek anne babasını şefkatsiz, yetim veya öksüz bırakma hakkına sahip değildir, olamaz. Annelerimizin ilk öğretmen vasıfları ellerinden alınınca anaokulları açıldığı ve sonucunda ebeveynini tanımayan evlatlar yetiştiği gibi bir mazerete sığınıp anne veya babasını yetim öksüz bırakan evlatlar bir köşeye atılma hükmünü kendi geleceğini hazırlıyor.
Sevgili arkadaşlarım, kıymetli dostlarım, canlar,
Cenap-ı Hak, kendi rızasını ana babanın rızasına bağlamıştır. Bu hakikati Resulullah (asm) şöyle haber veriyor: “Allah Teâlâ'nın rızası, anne ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allah Teâlâ'nın gazabı da anne ve babayı öfkelendirmek suretiyle celbedilir.” Hz. Peygamber’in şu duası bir mümin için ne büyük bir müjdedir: “Ana-babasına iyilik edene ne mutlu! Allah Teâlâ onun ömrünü ziyadeleştirsin!”
Ataya hürmet bizlerin toplumsal kodlarımızda var olan bir ahlaktı. Şimdi geldiğimiz duruma bakınca, bu milletin kodlarını bozdular .Tanımasak dahi büyüklerimize anne, baba, amca, teyze, dayı gibi en yakın akraba sıfatları ile hitap etmek bir edep iken, geldiğimiz noktada moruk, şaşkın, ihtiyar, bunak gibi edepsizce sıfatlar ile hitap etmek modernlik oldu.
Son olarak bir baba ve ata olarak âcizane yüksek sesle sesleniyorum:
Anne-babaya hürmet ise en başta gelen adaptandır. Ne ekerseniz onu biçersiniz, en net neticedir. Cenab-ı Hak’tan korkan evlat; Annesine Babasına muhabbet ve hürmet eder. Onlara itaat etmekten ve hizmet etmekten hiçbir vakitte geri durmaz.’ Demek oluyor ki Anne ve Babanıza daima muhabbet, hürmet, riayet, itaat, hizmet etmek borçtur, üzerimize farzdır. Bir derecede ne kadar büyüsek, ne kadar büyük rütbe ve mertebelere ulaşmış olsak yine dünyaya gelmemize sebep olan anne ve babamız hakkında bu vazifeleri yapmak lazım. Anne babanın rızasını almak, Rabbin rızasını alarak cennete giden yolu kolaylaştıracaktır.
Ey evlatlar; anne babalarınızı hayattayken şefkatsiz, yetim ve öksüz bırakmayın. Evlatlığınızı ölümlerinden sonra icra edeceğiniz mevlit, helva, tavuklu pilav dağıtma gibi vicdanınızı rahatlatacak iş yapmış olmayın. Anne babadan yüz çevirmek ve onları kendi hallerinde çaresiz bir şekilde bırakmak tıpkı kendisini yaratanı inkâr etmek gibi büyük bir nankörlüktür.
Allah bize yeter, O ne güzel vekildir. (Âl-i İmrân 173)