Sevgili Arkadaşlarım, Kıymetli Dostlarım, Canlar,
Konuşmak, insanın en temel ihtiyaçlarından biridir. Konuşurken veya yazarken çok dikkat etmeliyiz, sözün nereye gideceğini çok iyi hesap etmeliyiz. Hz. Ali: ‘’Söz ağızdan çıkana kadar o senin esirin, ağızdan çıktıktan sonra sen onun esirisin’’. Der ne kadar güzel ve anlamlı bir ifade evet neden söylendiği üzerinde biraz düşünmek ister misiniz?
Konuşmaya veya yazmaya sınır ve engel yok. Ağızını açıp söyleyeceklerini hemen söylersen sonra yanlışlık oldu, yanlış anlaşıldım diye sızlanır durursun. O zaman herkes aklından geçeni ağzına geleni söylesin herkesin aleyhinde yazılar yazsın sonra pardon öyle demek istemedim deyip işin içinden sıyrılsın çıksın. Yok, öyle yağma arkadaşlar söylenen söz yazılan yazı bilinçli bir eylemdir.
Benim sevdiğim bir arkadaşım var, Gazeteci Duran Çölcü iyi günde kötü günde yanımdadır. Kendisini kardeşim kadar severim, bazen öyle şeyler söyler ki ne alaka dedirtir. Nereden çıktı bunun yerimi şimdi dedirtir. Fakat onun saf temiz kalpli olduğunu bildiğim için duymazdan gelirim. Sonra birkaç gün yaptığı gafın farkına varır ama artık söz ağızdan çıkmıştır ve söylediği artık onun sözüdür. Hep söylerim bu kadar boş boğaz olma, düşünerek konuş insanlar seni yanlış anlayabilir diye.
Ben böyleyim der, karşısındaki Bedrettin Yalçın’da öyledir. Ne olacak şimdi peki. Siz ikiniz 40 yılı aşkın arkadaşsınız. Ben uyarıyorum arkadaşlarımı çünkü onları gerçekten seviyorum. İnsan değer veriyor ve seviyorsa doğrusu olduğunda alkışlamak gibi yanlış olduğunda da uyarmasını bilmeli.
Kıymetli Dostlarım, Canlar,
Hayat, genelde büyük hayaller ve büyük hedeflerle bezeli bir yolculuk olarak algılanır. Herkes daha fazlasına sahip olmak, daha uzağa gitmek, daha büyük bir etki yaratmak ister. Ancak bu büyük hedeflerin çoğu, farkına bile varmadan hayatın koşturmacasında kaybolur. Oysaki bir düşünelim: Gerçekten mutlu hissettiğimiz anlar, hep çok büyük olaylara bağlı mıydı? Yoksa bazen sadece bir fincan kahvenin kokusunda, bir dost yüzünün gülümsemesinde ya da bir yaprağın rüzgârla dansında saklı bir mutluluk muydu?,
Hikâye bu ya, padişahın biri öfkelenmiş, bir anlık öfkenin tesiriyle esirinin öldürülmesini ferman eylemiş. Cellatlar esiri yakalayıp padişahın hükmünü icra etmeye hazırlanırken, esir ümitsizlik içinde padişah hakkında hoş olmayan sözler söylüyormuş. Padişah kulak kabartsa da esirin sözlerini duyamamış ve yakında olan vezirine sormuş.
Vezir acımış zavallının hâline ve; “Öfkelerini yenenler ve insanları affedenler cennetliktir.” diyor padişahım, diye cevap vermiş. Bu söz padişahın çok hoşuna gitmiş ve esiri affetmiş. İnsanlarla konuşurken yapıcı olup yıkıcı olmamak lazım. Vezirin bu incelik ve merhamet kokan tavrını bizler de günlük hayatımızda örnek almalıyız.
Bizler olsak ne yapardık bu durumda?
Etrafınızdaki insanları kırıp dökmenin anlamı yok, söz gümüş ise sukut altındır. Dengeli ve ölçülü kararlar vermek ve uygulamakta çok önemli. Bazen öyle bir gaf yaparsın ki seni adeta esir alır bu söz, nasıl kıvıracağını bilemezsin. İşte o zaman bu deyim aklına gelir. Ya pilavdan dönenin kaşığı kırılsın deyip söylediğin sözün esiri olup batarsın ya da kendi yaptığın hatanın esiri olamam deyip özür dilersin. Aslında belki de en doğrusu özür dilemek. Konuşulan kelimeler de öyledir. Ağızdan çıktıktan sonra tekrar ağza girmez ama seken kurşun gibi belki gelir sizi vurur. Bu yüzden sözü tartarak, düşünerek söylemek lazımdır. Hz. Mevlana “Sözünü tartmadan söyleyen, aldığı cevaptan incinmesin.” diye boşuna söylememiştir. Hepimizin içinde derinlere gizlenmiş, çoğu zaman fark etmekten korktuğumuz bir karanlık yan vardır. Bu yan, sadece hatalarımızdan ya da kusurlarımızdan ibaret değil, aynı zamanda bize ait gerçekliklerin, yüzleşmeyi reddettiğimiz duyguların, arzuların ve özlemlerin toplamıdır. Gölgelerimiz, çoğu zaman hakikatin ışığına dayanamaz gibi görünse de gerçekte ruhumuzun bir parçası, insan olmanın ayrılmaz bir gerçeğidir.
Gerçek bir arkadaşlık, yeni insanlar keşfetmek değil yakınındaki insanlara sahip çıkmaktır.
SAYGILARIMLA VESSELAM…