Mızrak çok canlar yakmış, çok canlar almış, tarihin derinliklerinden, savaş meydanlarından günümüze gelen gizemli ve oldukça tehlikeli bir silah. Maharetli ellerde, beklenilmeyen mesafelere savrulan isabet edenin iflah olmadığı ateşsiz silahların en sinsi olanı.
Çuval; erzak, öteberi koymaya yarayan, kenevir, pamuk gibi bitkilerin elyafından veya naylon iplikten yapılmış büyük torba… Odun çuvalı, kömür çuvalı, un çuvalı, patates-soğan çuvalı, şeker çuvalı diye bildiğimiz.
İnsanlar bildik bileli mızrağı çuvala sığdırmak gibi bir gayretin içine girmişler. Üstelik bu işten vazgeçmek gibi bir niyetleri hiç olmamış.
Atalar mızrak çuvala sığmaz demişler. Demişler demesine de o atalar yanlış biliyor, biz onlardan çok daha akıllıyız, mızrak çuvala sığar diyorsak, sığar diyenler, sarılmışlar bu meseleye dört elle.
Biz bu işi başardık demişler. Mızrak çuvala sığdı. Bu işin sinüsünü kosinüsünü, tanjantını, kotanjantını hesap ettik biz. Milimetrik çalıştık. Yapay zekadan dahi yardım aldık, sığdı arkadaş. Mızrakla uyumlu çuval, çuvalla uyumlu mızrak denemeleri yaptık.
Hiçbir mesele kalmadı Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, mızrak kesinlikle çuvala sığdı.
Sığmaz diyenlerin de kulakları çınlasın…
Mızrağı çuvala sığdırmak denge işi. Denge oldukça nazik bir nokta. Bir o kadar da hassas…
Denge bu, yelden bozulur, selden bozulur, sesten bozulur, stresten bozulur, alınganlıktan bozulur, hasetlikten, fesatlıktan özellikle kıskançlıktan bozulur.
Bir bakmışsınız mızrak ve çuval arasındaki anlaşma ters yüz olmuş.
Mızrağın tepesi atmış, çuvalın yüzünü Çarşamba çanağına çevirmiş.
Çuval paramparça, mızrak, ben bu çuvala sığmam dercesine çıkmış çuvalın içinden.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar derlerdi ya hani. Onun üzerine bayağı bir yatsı ekleyin. Bakın bakalım mum hâlâ yanıyor mu diye…
Baktınız yanıyor…
Ne dersiniz işler yolunda mı?
Hani bizde bir işkilli yürek benzetmesi vardır ya…O yanma, öyle yanma…
Meseleyi nasıl mı anlarsınız?
Mum ışığının titremesinden…Dikkatli bakan gözler yalancıyı, mumdan dahi bilir. Çuvalla mızrak arasındaki denge de öyle bir şey işte…İki benzemez…İki zıt şey…İki yabancı…
Sığdırabilirseniz sığdırın mızrağı çuvala, saklayabilirseniz de saklayın gözden ırak bir yere…
Mızrağı çuvala sığdırdım demek, hakikatlerin yani gerçeğin üzerini kalın bir şekilde örttüm demek. O zamanda denecek ki…Hani mızrak çuvala sığmazdı ya…Hakikat denen kavramla yıldızı barışmayan çok. Kayboldu derler, çekti gitti aniden ortalarda yok derler…Ne kadar kayboldu o kadar iyi diyenlerin o süre içinde derin bir oh çektiği aşikâr…
Mızrağı çuvala sığdıran istediği kadar gömsün hakikati…Deprem olur…Sel gelir…Heyelan olur…Ansızın o gömülen hakikat herkesin kendini göreceği bir yere atar kendini.
Ne mi derler?
Gördün mü arkadaş, mızrak çuvala sığmamış…
Ülkemiz depremlere açık…Sel görmeyen bölge, yangın görmeyen yöremiz yok…
Biter mi mızrak ve çuval meselesi? Var mı bitsin diyen, bitmesini isteyen?
Sonrasında da doğru bilinen yanlış, yanlış bilinen doğru olarak çıkar durur karşımıza…
Diller sürçmüş…Çamlar devrilmiş…Köprülerin altından sular akmış…Hakikatler dökülüvermiştir yıllar sonra meydanlara…
Bir de bakmışsınız ki;
Ne o hakikat peşinde koşan hayatta, ne de mızrağı çuvala sığdırdığını düşünen…Gerçekle yüzleşmeleri belli ki huzuru mahşere kalmış…Böyle çok mesele var ülkemizde…
En büyük yanlışımız, mızrağı çuvala sığdırmaya çalışanların yanında durmamız. Hakikati son nefesinde dahi söyleyemeden gidenler az mı?
Ne diyorlar?
Sırlarıyla birlikte gitti öbür tarafa…Oysa konuşsa, kaç hayat kabuslardan kurtulacaktı diyen yok. Kurtulamadık taraf olmaktan, taraf tutmaktan. Gerçekleri sakladık durduk, ne geçti elimize?
Diyorlar ki; Mızrak dediğin çuvala sığmalı.
Katlanmalı…
Kolayca saklanmalı…
Adam öyle anlatıyor ki, çakı misali, katla koy cebine, lazım olduğunda aç, kocaman mızrak olsun. Çuvala değil, poşete dahi sığsın…
Koskoca mızrak…
Boyu dehşet!
Görünüşü ürpertici…
İsabet alanın yaşama şansı olmamış.
Savaş meydanlarının en amansız silahı o…
İyi mızrak savuranların gözüne kestirdiği hedef için türlü tuzaklar kurduğu bildik bileli anlatılır. Lakin, mızrağı çuvala neden sığdırmaya çalışırız işte ona akıl sır erecek değil…
Bir gerçeği, bir durumu ya da bir olayı ne kadar saklamaya çalışırsanız çalışın gerçek bir şekilde ortaya çıkar.
Ne demişler?
Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir adeti vardır.
Hakikatlerle aramız iyi değil.
Mızrak çuvala sığmaz sözüne…
Neden olmasın?
Neden sığmasın?
Vardır bir yolu…
Vardır bir kolaylığı olarak bakılıyor.
Böyleleri ya hiç gerçeklerle tanışmadılar ya da hiçbir zaman mızrağın çuvala sığmayacağı sözüne inanmadılar.
Mızrağı çuvala sığdırdığını düşünene sormuşlar…
Ne var bu çuvalın içinde?
Kürek sapı…
Hadi canım…
Mızrak değil mi o? Ne mızrağı kardeş? Bu devirde mızrak ne alaka? Hem ne işimiz olur ki mızrakla?
Ne oldu? Mızrak sığdı mı çuvala? Saklanabildi mi bari?
Saklanamamış ucu delmiş geçmiş çuvalı…Ben buradayım diye bakıyor. Çuval deseniz, vefasız mızrak, parçaladı bağrımı diye yanık ve ağlamaklı bir feryat da ondan gelir duyana, anlayana, görmek isteyene…
Mızrağı çuvala sığdırdığını düşünen de öğünsün dursun kendince…