Biz sesimizi yükseltmekten çok çektik. Bu çok çekmek bizi ne uslandırdı ne de akıllandırdı. Söz dur dedi, yapma dedi, etme dedi, karışma dedi. Bu engellemeler sesi daha da cesaretlendirdi. Demek ki benden çekiniyor dedi. Korkuyor dedi. Eli ayağı titriyor dedi.
Çevresi aynen dediğin gibi dediler. Adı üstünde söz. Söyler geçer. Onu dinleyenlerde ne söylerse söylesin üstünde durmazlar. Zaten söz dumandır uçar gider diye boşuna söylenmemiş.
Ses o zaman dedi, ben sesimi daha çok yükselteyim. Olmadı nara atayım, kırıp dökeyim. Sözün hükmü kalmasın caddelerde, sokaklarda, meydanlarda.
Sonrasında ne mi oldu?
Sözümüzü yükseltmek varken, sesimizi yükselttik sesin etkisine ve yankısına kaptırdık kendimizi.
Hemen her şeye yanlış taraftan bakmaya, bir anda öfkemize yenilmeye, o öfke anında her şeyi yıkmaya tarumar etmeye olan meylimizden vazgeçemedik.
Bunları yaparken de sesimizi yükseltmek, bağırıp çağırmakla muhatabımızın aklını almak, sindirmek, korkutmak ve bu yaptıklarımızdan haz duyup, büyük bir iş başarmış olmanın rahatlığına erişmek gibi yolları kendimize en mubah yollar olarak kabul ettik.
Sözümüzü yükseltmek gibi bir mevzuyu, sesimizi yükseltmekle karıştırmak, oldum olası işimize geldi.
Neden mi?
Çünkü, karışsın istedik. Anlaşılmasın istedik. Araya kaynasın gitsin istedik. Ses ve söz arasındaki mesafe açılabildiği kadar açılsın istedik.
Kendimizi bildik bileli, olur olmaz her şeye bağıranlar kendini haklı sayar, haklı görür.
Hele ki bağırdığı anda, biri çıkıp da kes şu bağırmayı demiyorsa…
Sözün yükseltilmesi denen olay inanın çok daha başka…
Söz yükseltildi mi, ses kesilir. Bağırmalar biter. Hatta kaybolur. Sus-pus olur ortalık.
Kavga biter, tartışanlar özür diler, sataşanlar kucaklaşır, sövüp süpürenler pişman olup ağlamaya başlar.
Sözün yükseltildiği yere barış hâkim olur.
Ses haksızların, haksızlıkların, hakkını arayanların önünü kesmeye birebirdir.
Öfkeyle karışık, küfürle karışık, muhatabının üzerine yürümekle karışık, tekmeyle ve tokatla karışık berbat mı berbat bir argümandır.
Sözü kesendir ses. Kesmeye çalışandır. Sesin söze tahammülü yoktur çünkü…
Söz dile geldiğinde ses, ani bir kalkışla çıkar gider. Hem de kaçarcasına…
Avazı çıktığı kadar bağırması, tartışma yaratması, olay çıkarması ondandır.
Sesini yükseltenlerin yeni tabirle “yükselme” işlevini gerçekleştirenlerin en sık başvurduğu ve izlediği yoldur ses. Toplumun çektiği en büyük sıkıntı sesin sözün önüne geçmesi, hatta söze şans tanımamak için her yolu denemesidir.
Sözünü yükseltenlerin değil de sesini yükseltenlerin peşi sıra gidilmesi öylesine bir talihsizliktir ki ne akılla ne de mantıkla izahı yoktur.
Sürekli çıkmaz sokaklarda dolaşmamızın, her defasında duvarlara çarpmamızın, üstelik hiçbir şey olmamış gibi, yokmuş gibi, yaşanmamış gibi davranmaya kalkmamızın var mı bir açıklaması?
Şaşkınlıklar içinde kalınsa da sesini yükseltenlere hayran bir çoğunluğa sahibiz.
Bu hayranlık, hayran olma sınırlarını aşıp sevdalanmaya dönüşmüş durumda.
Sesi değil sözü susturma, sözün ne söyleyeceğini duymak dahi istememe gibi yanlışların yapılmaya devam etmesi anlaşılır gibi değil.
Sesini yükseltenlerin çevresinde oluşan hayran kuşağı, hakarete razı, küfre razı, itilip kakılmaya razı, dövülmeye sövülmeye razı.
Ve gerçekleri söyleyen, gerçekleri işaret eden, hakikatleri gözler önüne seren söze olabildiğince karşı. Bu karşı oluş, bu karşı çıkış anlaşılır gibi değil. Haklısın ama, haklısın fakat, haklısın lakin, haklısın ancak diye başlayan savunma cümleleri, sesini yükseltenlerin ne denli etkisinde kalındığını gösteriyor.
Söz ne yapsa olmuyor. Söze aldıran az…Aldırış eden az…İnanan az…Haklısın diyen az…Doğrusun diyen az…Gerçek adına, hakikat adına el insaf biraz!
Adam gök gürültüsü misali bağırıyor. Herkes dağılmış, herkes sinmiş, herkes saklanmış. Lakin bizde şu manasızlıktan, mantıksızlıktan kurtulalım diyen yok.
Ne mi yapılıyor?
O bağıranın öfkesi dindirilmeye çalışılıyor. Teskin edilme yolları araştırılıyor.
Senin bize sürekli bu şekilde bağırmaya, hakaret etmeye ne hakkın var diye karşısına dikilen yok.
Öyle biri çıktığında ya kınıyorlar ya yollarını ayırıyorlar ya da yalnız bırakıyorlar.
Ardından da…Demeyecekti, çok fazla ileriye gitti! Bu söylenecek laf değil…Gördüm de böyle terbiyesizlik, hadsizlik görmedim deniyor.
Gök gürültüsü gibi bağıran söven, ağzından tükürükler saçan, öfkeden gözü dönmüş zapt edilemeyen kendini bilmezlere de toz konduran yok!
Sözün yükseldiği anlar, haksızlıkların sona erdirilmesine dair anlar olsa da sese âşık olanlar, sese sevdalılar, sesten vazgeçmeye niyeti olmayanlar, başlıyorlar söze yüklenmeye.
Kimi susma hakkını kullanıyor. Kimi, sözün açığını arıyor. Kimi boş laf karın doyurmaz benzeri cümlelerin ardına sığınıyor. Sözü köşeye sıkıştırmak için elinden gelenin ardına konulmadığı oyunlar sahneleniyor.
Tatlı söz, yerinde söz, ustaca kullanılan söz karşısında sesin eskiden beri yapacağı bir şey olmadığını, sesten daha iyi kimse bilemez.
Sözün kılıçtan çok daha fazla keskin olduğu, söz yarasının merhemi olmadığını, sözün tesir sahasının sesi ortadan kaldıracak ve silecek kudrette olduğunu söz ustalarından, söz atını meydana sürenlerden daha iyi kimse bilemez.
Sözün iyisi, sözün doğrusu sesin sesini kısar. Sesi lâl eder. Konuşamaz ses, bağıramaz, hop oturup, hop kalkamaz. Öfkeyi unutur. Bir anda uslu bir çocuk gibi oturur kalır.
Sözün hası, insanın içine serinlik veren, rahatlatan pınar suyu, kaynak suyu gibidir.
Söz hürriyetten bir nişanedir. Sesin o korkutucu ve ürpertici yaklaşımlarından koruyandır, kollayandır.
Sese vurgun olanlar, bunun ne kadar farkındalar meselesi ise derin meselesidir.
Bin çözüm bulunsa dahi dönüp bakmazlar, inanmazlar. Ta ki sesin gerçek yüzünü görünceye kadar. Bazen o gerçek yüzünü görmek dahi ikna edici değildir.
Hz. Mevlâna, “Sesini değil, sözünü yükselt! Yağmurlardır yaprakları büyüten, gök gürültüleri değil.” demiş yüzyıllar önce.
Ey konuşurken mangalda kül bırakmayanlar!
Sözünün eri insanları ne kadar seviyorsunuz? Sözünüzde ne ölçüde samimisiniz? Ağulu aşları, yağ ile bal edecek sözleri neden sarf etmezsiniz? Yılanı bile deliğinden çıkaran o tatlı, o güzel sözleri kime saklarsınız?
Sözünüzü yükseltmek varken, elinizdeyken neden sesinizi yükseltmekle oyalanıp durursunuz?