Benim emeklim, baba dediği rahmetli Demirel’den sonra sevgisiz kaldı, ilgisiz kaldı, yapayalnız kaldı. Ahir ömrünün son zamanlarında hakkını arıyor sokaklarda, meydanlarda.
Maaşı ev kirası etmiyor, bir ay geçinmeye yetmiyor. Kilo ile bir şeyler almayı unuttu. Döndü taneye…Bir elma alıyor, bölüşüyor hanımıyla…
Boynu bükük diyor ki…
Emekli ne desin?
Makarna yesin…
Sanki makarna çok ucuz…
Emekli ikinci el sebze ve meyve alabiliyor artık. Pazar ve marketlerin ikinci el satan köşeleri oluştu. Yarı fiyattan da aşağı rakamlara rağbet çok. Elli liralık bir sebze ya da meyve on beş yirmi lira…İkinci elde biber, domates, hatta meyve bulabilen emekli, kendini şanslı saymaya başladı.
Siyasilerimiz, bu manzaranın ne kadar farkındalar mevzusu git gide derinleşiyor. Sorulardan kaçıyor siyasiler, yaz gelecek sebze ve meyve düşecek, enflasyon gerileyecek gibi bölük pörçük kelimelerle sorulan soruları geçiştiriyorlar.
Bir zamanlar dinledikleri, yan yana oldukları insanlardan çok uzaktalar. Koptular gittiler. Film koptu haberleri yok...
Emekli ve asgari ücretliyle, onlara söz verenler arasında sevgi gibi, güven gibi birtakım duygular hızlı bir şekilde irtifa kaybetmeye başladı. Sabır deniyor ya hâlâ, sabrın sonunda ne olduğunu göremeden bu dünyadan ayrıldı birçok emekli.
Az sabır, az daha sabır, gönlümüzden geçen bu değildi diye diye çıktık geldik bugüne…
Ne olacak böyle?
Görme…Gelme…Dinleme…Duyma…
Nereye kadar?
Elbet bir yerde karşılaşılacak…Elbet bir yerlerde buluşulacak…
Bu dünya, kaçmanın mümkün olmadığı bir yer…
Ya yolda… Ya belde… Ya musalla taşının önünde mutlaka amma mutlaka karşılaşmak var.
Emekli ne desin?
Kalpler kırık…Gönül harabe…Ümit, almış başını gitmiş…
Hayal, ben küskünüm feleğe şarkısını mırıldanıyor…
Gün günden, dün dünden, hafta haftadan, ay aydan, yıl yıldan daha iyi olacak kelimelerinin oluşturduğu cümleler, değil dinleyene, söyleyene de ikna edici gelmiyor.
Deniz bitti mi? Kara göründü mü? Hani nerde kara?
O kara, açtı bir dizi yara…Ne kapanası var ne iyileşesi…
Neymiş…Enflasyon düşmüş…
Kim görmüş? Biz neden göremiyoruz bu düşüşü? Makarna fiyatları bile düşmezken, insanlar ikinci el sebze ve meyveye hücum ederken nasıl düşer enflasyon?
Diyorlar ki, enflasyon bu, neden düşmesin?
Bal gibi de düşer…Ayağı takılır…Başı döner…Tansiyonu fırlar…Biri çarpar…
Emekli ne desin?
O çarpılan enflasyon değil benim diye yıllardır konuşuyor da duyan yok…
Neymiş, yaz gelmiş, sebze ve meyve fiyatları düşmüş, bu düşüş enflasyona yansımış…
Bazı meyveler karşısında en büyük paramız olan 200 lira da enflasyonun çarptıklarından…
Fiyatlara dokunmaktan ve güncelleme yapmaktan başını kaşıyacak zamanı yok marketlerin, çarşı ve pazarın…Bizim maaşlar bildiğiniz gibi… Alım gücü perişan. Amma velakin, enflasyon düşmeye devam…
Bu düşme hissedilmiyor, alım gücüne yansımıyor. En büyük marifeti de son verilerle içli-dışlı olması…
Bize gelince bizler, hayat üniversitesinin, sokak dalında, çarşı-pazar dalında, borç-harç dalında, kira dalında, kredi kartı dalında okumaya devam ediyoruz…
Zar zor bitirdiğimiz, dirsek çürüttüğümüz dallar ve alanlar olsa da özellikle sokak ekonomisi, zam ekonomisi, vaat ekonomisi dallarında uzman olduk…Marketlerde ve pazarlarda master ve doktora yaptık. Ben bu işten anlamam diyenlerimiz bile bayağı bir yol aldılar…
On beş bin lirayla bir ay boyunca nasıl ayakta kalınır, sonra aynı işlem diğer aylar için nasıl mı tekrarlanır?
Emekli ne desin? Hali ahvali, olan biteni açık-seçik anlatmıyor mu?
Haziran ayı diyor ki, işte geldim gidiyorum, temmuz ayına benden selam söyleyin, son veri benden yüksek çıksın ki, az biraz yüzünüz gülsün, cebinize üç beş kuruş fazladan girsin, arada otuz günlükte olsa bir hukukumuz oluştu.
Rakam sizin gibi gariban. Ne çarpma ne çıkarma ne toplama ne de bölme mutlu değil. Göstergeler de öyle, sepet de sepette yer alan ürünler de…
Arada savaş var, ateşkes var, barış var…
Uhulet var, suhulet var, sükûnet var...
Ne mi çıkar enflasyon?
Emekli ne desin?
“Dalgalandım da duruldum…” şarkısının dizelerini mırıldanıyor belli belirsiz…
Kendimizi şarkılara ve türkülere vurduk diye de kendi kendine konuşur oldu…
Ne diyordu Sezen Aksu?
Geç bunları…Anam babam geç bunları…
Zaten geçtik bunları…
Zamları geçtik…Güncellemeleri geçtik…
Hayat pahalılığını geçtik…Orhan Veli’nin bedava diye saydığı hava bedava, bulut bedava, dere-tepe bedava dahil ne varsa geçtik…
Vaatleri geçtik…Telaffuz edilmeyen, unutulan, es geçilen, pas geçilen, ıskalanan ne varsa geçtik…Sokaktan geçtik…Meydandan geçtik…Pazardan, marketten geçtik…
Fakirlikten, fukaralıktan, yoksulluktan geçtik…Enflasyondan geçtik…Pandemiden geçtik…
Geçtik köyden, kasabadan, ilçeden vilayetten…
Enflasyon ne alemde diye soruluyor…
Düşüyormuş…Düşmüş aslında…Değilmişiz farkında…
“Ne demiştin niçin caydın sözünden…” diye serzenişte bulunan kim?
Refah payı diye, ara zam diye, seyyanen diye yollara düşen kim?
Emekli…
Emekli ne desin?
Ay tutuldu, güneş tutuldu, verilen sözler tutulmadı gitti.
Rahmetli İlkan San’ın dediği gibi;
“Sene geçti, mevsim geçti, ay geçti…Yağmur geçti, dolu geçti, kar geçti...Kış geçti, bahar geçti, yaz geçti…Hayat geçti, ömür geçti, yaş geçti...”