Hz. Mevlâna, “Sevgide güneş gibi ol. Dostluk ve kardeşlikte akarsu gibi ol. Hataları örtmede gece gibi ol. Öfkede ölü gibi ol. Her ne olursan ol. Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol!” demiş sekiz yüz yıl öncesi.
Biz sevgiyi kaybettik…Sevmeyi kaybettik. Birbirimizi sevemiyoruz.
Hakaretler yağıyor karşılıklı…Sözlerimiz ve cümlelerimiz sevgi yoksunu. Dostluğumuz göstermelik.
Pamuk ipliğine bağlı koptu kopacak bir dostluğa tutunmuş kalmışız.
Zoraki dostluk olabilir mi? Neden olmasın, oldu işte, dostuz dedik, dost kalalım dedik, gittiği yere kadar olamaz mı?
Olur olur bal gibi olur diyenler, dost ve dostluk kavramlarıyla dalga geçiyorlar aslında.
Kardeşiz diyenin dişleri gıcırdıyor.
Nasıl bir kardeşlikse artık…
Böyle bir manzarada hata üzerine hatalar yapılıyor.
Onulmaz yaralar açılıyor.
Yaralar kapanacağına, yara kaşıyıcılar yaraları kaşımakla kalmayıp, kanatıyorlar da…
Orhan Baba, “Hatasız kul olmaz” demiş ya o güzel şarkısında, biz hataları örtenlerden de hoş görenlerden de olamadık.
Hataları yüze vuranlardan, açık arayanlardan, pireyi deve, habbeyi kubbe yapanlardan olduk.
En ufak bir kıvılcım çakmasında, alt üst oluyor her şey.
Burnumuzdan soluyoruz. Yakmak, yıkmak, parçalamak gibi fiillerin peşinde sürüklenip gitmekten kendimizi alamıyoruz.
Öfkemizi yenemiyoruz bir türlü. Yenmek için bir gayretimizde yok, çabamızda.
Hiddet, nefret doludizgin…Tatlı dil yok, güler yüz yok, suratlar asık, barut gibi herkes.
Barış güvercinleri etrafımızda uçup dursa da omuzlarımıza konsa da onları görecek gözlerimiz öfkeye odaklı…
Öfke baldan tatlı diyen, öfke kışkırtıcıları öfkenin neleri havaya uçurduğunu, hangi köprüleri yıkıp geçtiğini, hangi kalpleri kırdığını görmezden geliyorlar.
Onun içindir ki ne olduğumuz gibi görünebiliyoruz ne de göründüğümüz gibi olma ihtimalimiz var.