Adam madden tıkanıp kalmıştı. Attı kendini evden dışarı. Sağa sola, eşe-dosta borçluydu. Aldığı emekli maaşı giderlerini karşılamıyordu. Çevresi iyi gün dostlarıyla kuşatılmıştı. Darda kaldığında oldukça acı bir şekilde gördü dostun ne anlama geldiğini.
İyi günlerde kendisini kapılarda karşılayanlar, kendilerinden para istediğinde, bambaşka insanlar olup çıkmışlardı. Kötü gün dostu o kadar azdı ki. Adam işte o günlerde anladı, hakiki dostlarının kimler olduğunu. Yaşadıklarına, yaşadığı şehrin sokakları şahitti. Bir de Allah.
Dostum arkadaşım dediklerinin birkaçı hariç verdikleri cüzi rakamları üç gün sonra geri istiyorlar, acil para lazım oldu diye de sudan sebepler icat ediyorlardı.
Kimi nasihat çekiyor, kimi kaç lira lazım diye manalı-manalı soruyor, düşünüyor, veremez diye düşünüp, birkaç gün sonra yine uğra veya bir ara yardımcı olmaya çalışayım diyerek başından savmaya çalışıyordu. En iyi dostlarım diye düşündükleri, maddi sıkıntıya düştüğünde değişivermişlerdi.
O sabah, birkaç yere uğradı. Derdini anlattı. Yardım istedikleri öyle bir acındılar ki, adam kendini attı sokaklara. Gözleri doldu. Cebinde ekmek alacak parası yoktu.
Eski bir dostu vardı. Çıktı gitti onun bürosuna.
Bekleme tarafında oturdu. Oradakilerle yarenlik etti etmesine amma, hali hal değildi. Nihayet dostunun odasındakiler gitmişti. Dostu senin halin iyi değil dedi, anlat ne oldu? Adam bir çırpıda anlattı durumunu. Dostu, üzüldüğün bu mu dedi, kolay, hallederiz. Hiçbir yere ayrılmıyorsun. Zaten öğlen oldu. Sen dışarıda otur. Çayını kahveni getirsinler. Yemeğimizi de yiyelim. O zamana kadar senin işi hallederiz.
Adam rahatladı. Dostunun yanında çalışanlarla oturdular çayları kahveleri içtiler, yemeklerini de yediler. İkindi vaktine doğru. Dostu kapıdan seslendi. Adam içeri girince dostu, bak ağabey dedi, sen bana zamanında öyle bir iyilik yaptın ki, beni iflasın eşiğinden kurtardın. Bu kapı sana her zaman açık. Paraya sıkıştığında bir başka yere gitme. Az çok ben sana yardımcı olurum.
Eline ne zaman para geçti. O zaman öde. Al şu parayı, yetmez dersen az daha vereyim. Adam çıktı dostunun bürosundan. Hani kuş gibi rahatladım derler ya. Aynen öyle rahatlamıştı. Ertesi gün çarşı içinde, borç aldığı dostum dediği adam aradı. Arkadaş dedi, ne oldu bizim para, üç gün dediydin dört gün oldu. Adam geliyorum dedi. Ona olan borcunu ödeyince, yüzünde güller açtı o dost dediğinin. Aldığını zamanında öde, ne zaman para lazım oldu, alo de yeter demeyi de ihmal etmedi. Adam bir daha, “alo de yeter” diyenden tek bir kuruş borç istemedi.
Kötü gün dostunuz var mı? Kaç tane? Kaç kişi?
Her şeyin maddiyatla tartıldığı bir dünyada insanı eskiten, kahreden, sağa sola savrulmasına neden olan bir zaman dilimi içerisinde yaşıyoruz.
Dost gibi dost, akraba gibi akraba, arkadaş gibi arkadaş, kardeş gibi kardeş kaldı mı?
Var olana ne mutlu…
Aşık Veysel, yıllar öncesinde vurmuş sazın teline, demiş ki, “Dost dost diye nicesine sarıldım /Benim sadık yârim kara topraktır / Beyhude dolandım boşa yoruldum / Benim sadık yârim kara topraktır”.
Hz. Mevlânâ, “Dost, acı söyleyen değil, acıyı tatlı söyleyebilendir.” demiş yüzyıllar ötesinden.
Acıyı tatlı söyleyen kaç dostunuz var?
Sizi rahatlatan, yüzünüzü güldüren, bir bakışta halinizi anlayan, siz demeden derdinizi, müşkülünüzü çözen kaç kişi var? Bir mi? İki mi? Hiç mi?
Ya da keşke öyle biri olsaydı, ne iyi olurdu gibi bir şeyler mi söylemek isterdiniz…
Lafa, benden duymuş gibi olma amma, dost acı söyler diye başlayan iyi gün dostları ise aramadığınız kadar.
Öyle bir girdabın içindeyiz ki…Bunalmışız…
Hayat denen cendere çökmüş boğazımıza…Borç denen yiğidin kamçısı, zebella gibi dikilmiş başımıza, vururum ha… Öldürürüm ha…Gebertirim ha…deyip duruyor.
Uçan kuşa borçlu olan ne yapar? Bir çıkış noktası aramaz mı?
Telefonlara çıkmayan biz…Yolunu değiştiren biz, varken yok diyen yine biz…
Bu dünyada hiç kimseye bir hayrımız, bir iyiliğimiz dokunmayacak mı?
Kefenin cebi yok. Dünya malı dünyada kalıyor. İyi olmaktan, kapımızı çalandan, derdime derman ol diyenden kaçan kaçana…
Arkasından hayır dua edilen, iyi diye anılan, hayırla yad edilen bir insan olmaktan vaz mı geçtik. Bir zamanlar kötü gün dostları, yaptıkları iyilikleri anmazlardı, anlatmazlardı. Allah bilsin yeter derlerdi.
Ya şimdi, Allah’ın bilmesi kimseye yetmiyor. İstiyorlar ki, duymayan kalmasın, manşetlere çıksın, ekranlarda yer alsın, paylaşılsın beğeni ve yorum yağsın.
Dünya boş değil elbet…Boş değil amma…
Mahalle arkadaşına, seni bir yerden gözüm ısırıyor, lakin nereden çıkaramadım diyebiliyor.
Bir zamanlar, en yakın arkadaşım dediklerine, seninle tanışmadık, tanışalım diye elini uzatabiliyor…
Çünkü yeni çevresi, yeni tanıdıkları bir üst ligden, bir üst sınıftan…Geçmiş geçmişte kalmış. Hatırlanmasından, hatırlatılmasından rahatsız oluyor.
Bir zamanlar yumuşak huylu diye, mütevazi diye bildiğiniz o insanı tanıyamıyorsunuz.
Bakıyorsunuz ki, bir haller olmuş o adama…Baba diyor yanındakiler. Şuraya şu kadar yardım etti, falan yere şu kadar diye de anlatıyorlar.
Havalara girmiş…Uçmuş…Ayakları yerden kesilmiş…Ben diye başlıyor, ben diye bitiriyor her şeyi…
Böyle biri kötü gün dostu olabilir mi?
Bugün yaşadığımız sıkıntı tamda bu nokta…Kendini beğenmişlik çizgisi en üst perdede…
Kötü gün dostu dediğimiz o insanlarla toplumumuz nefes alırdı.
O insanlardan bildiğimiz yaşadığımız o eski mahallelerimizde ve sokaklarımızda mutlaka birkaç tane bulunurdu.
Ya şimdi?
O eski mahalle ve sokaklarımızı kentsel dönüşümlere kurban ettik. Nostalji babından bazı sokak isimleri yaşatılsa da ne o sokaklar var, ne o komşular, ne de o kötü gün dostları.
En az on katlı beton yığını gulyabaniler var o eski sokaklarda. Asansörde sevgisiz, suratsız, selam vermeyi acizlik zanneden anlayışlar geliştirmiş yeni kentliler, yeni kentsel dönüşüm komşularıyla aynı sitelerdesiniz.
Biri ölse, üç gün sonra haberi oluyor sitedekilerin. Hasta olsanız ambulans çağıracak kimse yok. Bayramda kapınızın zilini çalacak çocuklar dahi kayıp.
Kötü gün dostları birdenbire ortaya çıkan insanlardır. Hızır gibi imdadıma yetişti dediğimiz haller o hallerdir. Biz o eski sokaklarımızı dozerle yıkıp geçerken, kültürümüzü, tarihimizi, geleneklerimizi, insani ilişkilerimizi de dümdüz ettik.
Şimdi tepe-tepe gömdüğümüz o kötü gün dostlarını arıyoruz…
Ne sesleri var ne de onlardan kalan bir iz…