976 yıllarında Nilüfer, “Kim kime dumduma” şarkısında, “Bak başının çaresine ses ver kalbinin sesine / Kimseden kimseye fayda yok” diyordu.
Bu sözlerin üzerinden neredeyse yarım asır geçti. Hayatın içinde, kimseden kimseye fayda yok noktasında defalarca çakılıp kalmadık mı?
Başının çaresine bakanlara gemisini kurtaran Kaptan dediler.
Bakmak için çırpınanlar, ne yaparsa yapsın bakamayanlar, başının çaresine bakma imkânı ve ihtimali olmayanlar kalıverdiler ortada…
Bak başının çaresine babında çok şeyler söylendi…
Günler geçti…Aylar geçti…Yıllar da…
Yeni yılın iki ayı bitti.
Kaldı on ay…
Zamlar eridi.
Başının çaresine bakamayanlar, daha şimdiden iki seksen yerlere serildi.
Umut kırıldı, güvenin başı döndü, beklenti çıkmaz bir sokağa saplandı kaldı.
Deniyor ki…
Bahardan sonra yaz, bekleyin, sabredin biraz…
Ne kadar çok beklediğini ne kadar çok sabrettiğini ne kadar çok imtihandan geçtiğini unuttu insanlar.
Ramazan ayında da bir oh demesinler mi?
Mart’ın başı…Garip bir çaresizlik…Anlam veremediğimiz bir yalnızlık…
Enflasyon halay başı…
Zamlar vurur durur taşı…
Unuttuk ekmeği aşı…
Ramazan diye, adetten diye dokunuş ve güncellemelere doyamadı fırsatçılar…
Buna rağmen aylık enflasyon iki nokta, yirmi yedi…Üç dahi diyemedi…
Mart geldi, bahar geldi, Ramazan geldi, bayram mart sonunu bekliyor. Hatta, “nisan bir” diyecek…
Şaka gününe bir aydan az var…
Gün mü şaka, yaşadıklarımız mı, yaşayacaklarımız mı?
Bak başının çaresine demeye gelen cümleler, sabırla karışık, imtihanla karışık…
Biz bu gailelerle nasıl atalım aşık?
Çaresiz dertlere düştüm yok mu bana bir çare diye yakınanlar ne diyecekler ne yapacaklar?
Sesimi duyan var mı dediklerinde seslerini bir duyan olacak mı?
Bir gelen, bir koşan, yetiştim, geldim diyen olmayacak mı?
1974’ler de rahmetli Öztürk Serengil bir şarkısında;
“İstemezsen sok kafayı bir kuma / Dünya böyle kardeş / Kim kime dumduma “demiş geçmiş…
Ya çok alıngan olduk ya da çaresizlik bizi çare vardı da biz mi bulamadık demeye getirdi. İşte bu yüzden, bakamadık başımızın çaresine…Çare biçare…Biz biçare…Hal biçare…Ahval biçare…Biçareliğin tam da ortasında biçare kaldık biçare…
Sokak yanıyor…Sokak’taki haneler yanıyor…
Yangın var diye bağıracak, ortalığı ayağa kaldıracak, bir Nurhan Damcıoğlu vardı. O da çekti gitti bu dünyadan…
Yangın biçare, su biçare, söndüren yok yangını…
Ne mi var?
Kum…
Kim kime, dumduma, kum kuma…
Deniz kumu, dere kumu, göl kumu, çöl kumu, kumun da kumu…Yok yorumu…Kimin umuru?
Devekuşu demiş ki; yeminle benim adım çıkmış. Baktım ki, başını kuma gömen gömene…Ben de eyvallah dedim kuma…Kumu, kuma âşık olanlara, kuma koşanlara, kum olmasaymış, biz ne yaparmışız diyenlere bıraktım…
Moda ne diye soruyorlar ya…
Moda artık kum…
Kuma gömülmek…
Mevsim önemli değil…
Kum şifa demişler, soluğu Dubai’de alanlar olmuş…
Ne diyordu İbrahim Tatlıses?
“Kunduruma kum doldu / Atmaya kürek gerek…”
Kimine göre kunduranın kumunu attık…
Kimine göre kuma saplandık…Kimine göre de hakikatlerden kuma saklandık…
Hangisi eğri, hangisi yalan, hangisi yanlış, hangisi doğru?
Nihayetinde, yalan dünyanın kumu, taşı, çakılı işte…
Sel gider kum kalır dememişler mi?
Kumun içinden taş toplayıp duruyoruz.
Ne mi yapacağız?
Ramazan’ı da boş geçmeyip, birbirimizi mi taşlayacağız?
Kum birçok derde deva…Strese birebir…Ne romatizma kalıyor ne siyatik ne varis…Zaten ortalık duman is sis…
Öyle olunca da…
Kimi kum sever…
Kimi kum sevdi.
Şu nerde, bu nerde denilenler kumda…
Kum sevgisi Aliyyülâlâ…
Bir mumdur iki mumdur diye bir türkü var ya hani…
Bir kumdur, iki kumdur diye söylesek ne olur?
Mumlu türkü olacağına kumlu türkü olur…
Bak başının çaresine denilenlerden, kimi yılın başını, kimi ortasını, kimi sonunu göremedi. Birer ikişer gittiler. Geldi yeni bir yılın başı…
Bakamadılar başlarının çaresine…
Emekli ve asgari ücretlinin hali Orhan Velinin anlattığı gibi, hatta daha da ötesi…
Derinden derin bir yoksulluk…Yoksulluğun ötesine geçmek diye bir tabir var ya hani…Cep delik, cepken delik halinin meteliksiz kalmanın da ötesinde bir şey…
Bir yemin ettim ki dönemem diyen Kayahan’da yok artık…
Derdin varsa git Marko Paşaya anlat, dedikleri Marko Paşa’da çoktan çekip gitmiş.
Bundan sonra Aşığa uyup;
Bir akılsız baştan gayrı, iki damla yaştan gayrı, bir yaralı döşten gayrı nem kaldı deyip içimize mi kapanmalı?
Rüzgâr kırdı dalımı…Ellerin günahı ne? Yolların günahı ne? Yılların günahı ne? Deyip mi ağlamalı?
Yoksa, silkinip, toparlanıp, başımın çaresine de bakarım, çare de ararım, çare de bulurum diyerek ayağa mı kalkmalı?