Uzun uzun zaman önce memleketin birinde büyükçe bir gölün kenarında kurulmuş bir şehir varmış. Göl şehri derlermiş şehre. Göl memleketin en büyük göllerinden biriymiş. Şehrin ahalisinin geçimi balıkçılık üzerineymiş. Balıkçılığı kendine geçim kaynağı olarak kabul edenlerin oldukça ustaca kullandıkları kayıkları varmış. Kervanların şehre getirdiği yolcular göl şehrinde balık yemeden şehirden ayrılmazlarmış.
Göl şehrinin herkes tarafından çok sevilen Beyi, yüzmek için girdiği gölden geri dönmemiş. Üç gün şehir beylerini aramışlar. Sonunda beyin cansız bedenini, gölün güney ucunun ulaştığı kervan yoluna oldukça yakın sazlığın arasında bulmuşlar. Kervan yoluna yakın bir köy varmış. O köyde de meşhur bir şifacı. Beyin cesedini bulanlar, cesedi önce onun evine taşımışlar. Şifacı ben demiş cesedi bir muayene edeyim. Ölüm sebebini size açıklayayım. Beyin adamları merak içinde dışarıda beklemeye başlamışlar. Bu arada köyden de ne oldu diye gelenler olmuş.
Çok geçmeden Beyin kardeşi adamlarıyla birlikte gelmiş, şifacının evine. Beyin kardeşi, şifacı diye bağırmış. Ben yanımda Şifahanenin Hekimlerini getirdim. Ağabeyimin cesedini bana teslim et, değilse içeri zorla girip alacağım. Şifacı Beyzadem demiş, bana az bir mühlet ver. Bey kardeşi adamlarıyla girmiş içeri Beyin cesedini sarıp sarmalamışlar, getirdikleri bir arabanın içine koymuşlar. Bey kardeşi, şifacıyı çekmiş kenara, bana bak demiş ne gördün ne tespit ettin kimseye bir şey demeyeceksin. Boğulmuş de geç. Tek bir kelam edersen bu köyü de yakarım, seni ve aileni de.
Bey kardeşi Beyin cenazesini taşıyan arabayla birlikte göl şehrine doğru giderken, şifacı girmiş içeri kapatmış kapısını, şifa için yaptığı, ilaçları, merhemleri, otları hasılı ne varsa, yüklemiş heybesine, karısını, çocuklarını ve yakınlarını yoldan geçen bir kervana teslim ettikten sonra, atlamış atına sürmüş gitmiş.
Köylüler, şifacının bu gidişine pek bir anlam veremeseler de köyden bir ihtiyar, Şifacı demiş, görmemesi gereken, bilmemesi gereken bir şey görmese köyü terk etmezdi. Allah hayırlara getirsin. İnşallah köyümüze bir şey olmaz demiş üzüntüyle.
Bey kardeşi, Beyin cesediyle birlikte gelmiş şehrin meydanına. Vali Paşa, Kadı Efendi, Subaşı, şehrin Ağası ve Hekimler toplanmışlar. Vali Paşa başın sağ olsun demiş. Ağabeyin mert insandı. Oğlu daha üç yaşında. Beylik görevini oğlu Beyliği devralıncaya kadar sen ifa edeceksin. Sultanımızın emriyle, oğlunu ve hanımını Payitahta gönderdim. Bey kardeşi, Vali Paşam demiş yeğenime ben bakardım amma Sultanımız öyle münasip görmüşler deyip eğmiş başını.
Hekimler Beyimiz boğulmuş demişler. Ahali bu anlatılanlara inanmamış, Beyimiz çok iyi yüzme bilirdi demişler, Göl şehri bir süre dedikodularla çalkalanmış. Sonra ortalık durulmuş, durulmasına amma Beyin cesedini bulanları da bir daha gören olmamış. Beyin kardeşi, Beylik makamına oturmuş. Ağabeyinin adamlarının tamamını şehirden uzaklaştırmış. Vali Paşa, ne dediyse dinletememiş. Ancak durumu bir şekilde Sultana bildirmiş.
Aradan 20 sene geçmiş. Beyin oğlu gözü pek bir yiğit olmuş. Onu himayesine alan Sultan vefat etmeden önce oğluna bu gence sahip çıkması konusunu vasiyet ederek bütün olayı anlatmış.
Genç Sultan, Bey oğlunu huzuruna çağırtmış. Bak yiğidim demiş. Hem babam Sultanla hem de benimle çok savaşa katıldın. Nice kahramanlıklar gösterdin. Sultan babamın çok sevdiği bir Beyin oğlusun.
Şehrinde Amcan Beylik yapar. Kaç sefer haber göndermemize rağmen gelip Beyliği sana teslim etmez. Hatta o benim Ağabeyimin oğlu değildir diye de dedikodu ve fesat yayar. Göl şehrini karıştırır. Gölü de şehri de bulandırır. Şehrine git, Beyliğini geri al. Bu da senin Beylik fermanın. Yanına memleketin en meşhur şifacısını vereceğim. Muhafızlarımdan dilediğini al. Beyin oğlu, yanına savaşlarda birlikte çarpıştığı en yakın on arkadaşını almış. Yolları üzerindeki ilk handa, kafileye şifacı da katılmış. Şifacı, Beyim demiş, yola çıkmadan önce seninle baş başa görüşmeyi dilerim.
Hanın bir odasında oturmuşlar. Şifacı, Beyim demiş ben Göl şehrine yakın bir köydenim. Beyimizin cesedini ilk ben gördüm. Baban da ağır kılıç yaraları vardı. Vücuduna isabet etmiş beş ok saydım. O da yetmemiş, hançerlemişler zavallıyı. Amcan Hekimleri konuşturmadı. Alelacele cenazeyi gömdürdü. Vali Paşa baban kaybolur kaybolmaz, seni ve rahmetli anneni hemen şehirden çıkarıp Payitahta doğru yola çıkararak hayatınızı kurtardı.
Ben bütün her şeyi gördükten ve şahit olduktan sonra, Payitahta geldim. Sultanımıza vaziyeti aktardım. Sultan ne düşündü, neye karar verdi bilmem. Amcana dokunmadı. Ancak senin yetişmen için ne gerekiyorsa yaptı. Oğluna da seninle ilgili yapılması gereken ne varsa anlattı. Bunları anlatırken ben de yanlarındaydım. Bey oğlu ve yanındakiler on gün kadar sonra Göl şehrine gelmişler. Göl kenarında oldukça güzel bir handa konaklamışlar. Şifacı, hancıya, hancı demiş, biz oldukça uzun bir yoldan geliriz. Şu genç Beyimiz olur. Bu şehirde bir müddet kalmak, hatta bir dükkân açmak isteriz. Bize uygun bir konak bulursak da Beyimiz satın almak diler, ne yapmamız lazım. Hancı burası demiş yolgeçen hanı misali bir şehir değil. Burada bir handa dahi üç günden fazla kalmak Beyimizin iznine tabidir. Madem öyle bir niyetiniz var. Al beyini de, varın Beyimizin konağına görüşün.
Şifacı ve Bey oğlu, birkaç saat sonra varmışlar Beyin konağına. Şifacı, Beyim demiş, bu genç benim Beyim olur. Rahmetli Beyimin emaneti. Yerleşmek için bir şehir arar idik. Göl şehrini tavsiye ettiler. Bir süre burada kalmak ve izniniz olursa yerleşmek dileriz. Bey oğlu, Beyim demiş, biz bu şehri pek sevdik, pek beğendik burada kalamaz mıyız? Bey kalırsınız tabi de demiş. Bu işin bir karşılığı var. İlk üç gün herkes kalabilir. Üç gün sonrasında her gün için bir altın. Adam başı dememe gerek yok herhalde. Diyelim ki bir ay doldu. Ondan sonraki her gün için iki altın. Ayakbastı parası deyin, şehri çok sevme parası deyin. Razıysanız mesele yok. Konak kiralamak aylığı elli altın. Satın almak bin altın. Dükkân kiralamak aylık yirmi altın, satın almak üç yüz altından başlar.
Bey oğlu, çok cömertsiniz Beyim demiş, bizim için uygundur. Hana bir adamınızı gönderin, ödemeyi ona yapalım. Tam çıkıyorlarken, Bey şifacının kolundan tutmuş. Seni demiş birine benzettim. Şifacı aman Beyim demiş ben bu şehre ilk gelirim. Bizim diyarımızı bilir misiniz? Bu memlekete üç aylık mesafededir. Bey, duydum amma demiş, hiç gitmedim. Ödemelerinizi yaptıktan sonra kalın kaldığınız kadar. Alın ne alacaksanız.
Bey oğlu ertesi gün Vali Paşanın yanına gitmiş. Vali Paşam demiş, elimdeki fermana bir göz atar mısınız? Vali Paşa, sen demiş, şehrin yeni Beyisin o zaman. Ben bu değişikliği uygulayamam. Bey bunu kabul etmez. Beni de seni de ortadan kaldırır. Bey oğlu, sen demiş, onu buraya çağırsan gelir mi? Gelir demiş Vali Paşa. Beyi çağırtmışlar. Bey çıkmış gelmiş. Vali Paşa, bu genç Beyin demiş elinde Sultanımızın fermanı var. Bu fermanla bu şehrin Beyliğini Sultan ona vermiş. Bey, hiçbir ferman, beni bağlamaz demiş. Bu şehrin yirmi yıldır Beyi benim. Ölene kadar da bu böyle devam edecek.
Bey oğlu, o zaman kolay demiş, çekmiş kılıcını dayamış Beyin gırtlağına. Madem öyle öldüreyim seni. Bey kimsin sen demiş, dün konak arıyordun, şimdi Beyliğini ilan ediyorsun. Bey oğlu, Beyi sürüye sürüye çıkarmış Vali Paşanın konağından. Vali Paşa, yeni Bey o demiş, kimse dokunmasın. Karışana müdahale edin. Sultan emridir. Beyin adamları ne oluyor demişler, bu kim, nereden çıktı. Kimse Beyimize karşı gelemez. Bey oğlunun adamları kim diklendi, kim kıpırdadı engel olmuşlar. Ahali layığını buldu katil demişler. Yirmi küsür yıl önce ağabeyini Bey olmak için öldürttü. Şehre ağır vergiler koydu. Şehir dışarıdan bakıldığında cennet gibi, lakin biz bu güzel göl şehrinde cehennemi yaşıyoruz.
Anlatırlar ki; Bey oğlu, zalim Amcasının yaptıklarını halka anlattıktan sonra, onu Sultanın muhafızlarına teslim etmiş. Şehre Bey olmuş. Ne kadar vergi varsa kaldırmış. Adaletle hükmetmiş. Şifacı ise ölene kadar ona danışmanlık yapmış. Göl şehri ahalisi barışa ve huzura kavuşmuş.
Şehir şehire, Göl göle, göl şehri göl şehrine, Bey oğlu bey oğluna, Şifacı şifacıya, Bey kardeşi bey kardeşine, Vali Paşa Vali Paşaya, han hana, hancı hancıya, ahali ahaliye benzer.
Bir kıssadır anlatılan. Her kıssadan bir hisse alına denmiştir. Bu hikâyede, anlatılanlarla bir benzerlik var ise, tamamen tesadüften ibarettir. Ne kimse gönül koya ne de alınganlık göstere…
Sürçü lisan eylediysek affola…
Bir daha ki sefere daha güzel bir hikâye anlatırız inşallah…