Ok gibi doğru olanlara sözüm ona bayılırız. Doğru söyleyenleri el üstünde tuttuğumuzu dile getirirken insanların bize karşı olan tutum ve davranışları hoşumuza gider. Bu söylemlerden dolayı büyük bir keyif alırız. Doğru bir tane olduğu halde…Apaçık ortada durduğu halde…Doğrunun varlığı yalana… Yok saymaya meydan vermeyecek bir şekilde meydanda durduğu halde…Herkesin doğrusu kendine diye ortaya attığımız görüş…Doğrulardan kaçtığımızı…Doğruların işimize gelmediğini…Doğru ile işimizin olmadığını, aslında doğru olanlardan ve doğrulardan zerrece hazzetmediğimizi gösteren delillerdir.
Doğruları dışarıda bırakma adına yaptığımız demagojiye bazen kendimiz bile şaşarız. Ancak ok yaydan fırlamıştır. Bir kere yalan söylemeye başladınız mı, onu kapatmak için bir yalan daha söylersiniz. Sonra bir daha, bir daha, bir bakmışsınız yalancı olup çıkmışsınız! Size yalancı diyenlere karşılık olarak da yalandan kim ölmüş diyerek çıkıverirsiniz işin içinden! Yalancının mumu yatsıya kadar yanar demiş büyüklerimiz. Aman efendim, hangi yatsı o kastettiğiniz? Sağ olana yatsı mı tükenir? Yalancının mumu, mum olarak mı kaldı? Önce kandil oldu… Sonra idare lambası. Lükstü, fenerdi derken…Şimdi atom farlı kocaman projektör oldu da kimse farkına varmadı.
Yalanlardan her taraf gündüz gibi aydınlanıyor da bu hengamede doğruyu arayanları tutup kolundan savuruyoruz bir kenara, çekil ayak altından diyerekten. Doğruyu buldum diyene de başıma bela olmasın diye, Allah’ın selamını vermiyor, doğruyu bulacak sen mi kaldın diye toplum içinde yapayalnız, bir başına bırakıyoruz!
Yalancıların mumları değil yatsılara kadar, sabahlara kadar yanıyor da ağzından bal damlıyor diye insanlar davet etmek için sıraya giriyorlar.
Yalan konusunda ticaret yapanlar aldıklarının doğru değil de yalan olduğunu bilmiyorlar mı?
Doğru niyetine yalan almak deniyor bu işe…Üstelik peynir-ekmek gibi kapış kapış gidiyor. Doğruyu soran var mı diyecekseniz. Onun alıcısı henüz yok. Ne zaman biri bir diğerinin nasırına basar, elini kolunu tutar, menfaatlerine az biraz dokunur da “Yandım anam!” diye sesler duymaya başladınız mı, doğru aranmaya başlamıştır diyebilirsiniz! Değilse, doğru var mı, doğru kaldı mı diye soran, iş olsun, sordu desinler diye soruyordur haberiniz olsun! Doğru var mı, diyene zaten yok deniyor. Espri olsun diye taze bitti diyen mi ararsınız, son doğruyu da az önce gönderdik, bir daha gelmeyecekmiş, fabrikası top atmış diye gülüp-geçenleri mi?
Ya da şüphe ile karışık, ne işin var doğruyla, kim dedi sana bizde doğru var diye öyle bir bakıyorlar ki, biz o doğruyu değil, sizin doğrunuzu almaya geldik diyor insanlar. Ha…diyorlar bizim doğrudan istiyorsunuz, kaç tane verelim? Doğru ile işi olmayanlar, geçiştirme babından, şimdi doğru zamanı değil diyorlar! Doğru alıp da başımıza bela mı alacağız diye de ekliyorlar. Neticede arz var, talep var.
Alan razı veren razı, yalan söylemişiz çok mu bazı bazı!
Yalan konuşana, küfürlü konuşana, havalı konuşana, atıp-tutana, laf taşıyana, laf satana, mangalda kül bırakmayana, şamatacılara, yaygaracılara, palavracılara prim veren bizler değil miyiz?
Hayal tacirlerine, umut bezirganlarına, gönlümüzü alıp, sırtımızı sıvazlayıp elimizde avucumuzda ne varsa alanlara vurgunuz. Doğrulardan kaçmanın ne kadar yolu varsa, hemen hepsini deniyoruz.
Doğruyu savunandan…Doğruyu gösterenden…Doğruya yöneltenden…Doğru budur diye yol tarif edenden…Nefret ediyoruz…Bize akıl öğretmesine…Şöyle, böyle yap demesine katlanamıyoruz.
Doğruları yaşamak nefsimize ağır geliyor.
Doğruları gösterenlere neden Doğrucu Davut dediğimizi…Neden alemin bir doğrusu sen misin diye karşı koyduğumuzu…Doğru söyleyenleri, neden dokuz köyden kovduğumuzu…Daha anlamadınız mı?
Yalanla ve yalanlarla yaşamayı tercih edişimizde bizim hiç mi suçumuz yok! İstişare denen müesseseyi çökertmişiz. Sadece men…