Şeb-i Arus, düğün günü, vuslat günü, sevenin sevdiğine kavuştuğu gün. O sev diyeni, sevmekle, onun yolunda yürümekle, onu anmakla, onun için yanmakla, onun adını ana ana yol gitmekle, onun adını ve sevgisini sohbetlerde, derslerde anlatarak geçirilmiş bir ömür Hz. Mevlana’nın ömrü.
Onun sözünde ve özünde ondan başkası yoktu.
Hiç olmadı.
Ancak, onda başka başka şeyler arayanlar bunu hiç anlamadı.
Hâlâ da anlayabilmiş değiller. Fiili kavlini, kavli fiilini tutmayanlar hep konuştular.
Ne diyordu Mevlâna; “Fiili kavlini tutmazsa bir kişi, dünya ve ahirette berbattır işi!”
Onun yaşadığı devirde de vardı böyleleri. Bugün de var.
Kendilerine bile faydası olmayan dilbazlar, çenebazlar, şahbazlar, devrimizin tabiri ile demagoji ustası demagoglar, neler anlatıyorlar neler.
Ayrıca bilmedikleri de yok! Her güzel günün kâbusu gibiler.
Dedikoduların, rivayetlerin ve tevatürlerin yaldızlı ambalajlarla sunulan edebe ve adaba sığmayan hikayeleri ile araştırmadan, okumadan, anlamadan, dinlemeden inanmaya dünden hazır insanları avlıyorlar.
Okumayı sevmeyen, araştırmanın yanından bile geçmeyen insanlar, anlatılanların o denli etkisinde kalıyorlar ki, artık bir başkasının dilinden konuşmaya başlıyorlar, falanca söylediyse doğrudur diyerekten!...
Kuran’ın kapağını kaldırsalar, ardından Mesnevinin kapağını kaldırsalar, tövbeler tövbesi diyecekler, amma velakin bu kadar kolay bir şeyi yapmak istemiyorlar. Bilemeyiz amma, belki de yapamıyorlar!...
Bir niyetlenseler, tabular yıkılacak, inandıkları çökecek, gördükleri sahte rüyalar bir anda bitecek.
Anlatıcılar, buna razı değiller, sadece anlatılanın dinlenilmesi yolunda bir hayli de mesafe almışlar!...
Sözün özü, Mevlana’yı sevmemiz, tanımamız, bilmemiz, sevmek için, tanımak için, bilmek için onu eserlerinden okumamız gerekiyor.