Öğretmenim” Kelimesiyle Geçen Bir Ömür

Erol Sunat

24-11-2023 13:43

Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi Mustafa Kemal Atatürk şöyle demişti;

“Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.”

Bir başka sözünde ise şöyle sesleniyordu öğretmenlere;

“Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet, henüz millet adını almak yeteneğini kazanmamıştır. Ona alelade bir kütle denir; millet denemez. Bir kütle millet olabilmek için, mutlaka eğiticilere, Öğretmenlere muhtaçtır.”

Bir sevgi ekti, sayısız sevgi devşirdi öğretmen.

Bir kalp bıraktı buruk, sayısız teselli buldu hemen.

Bir yol açtı, sayısız yolla yolları kesişti öğretmenin.

Gözleri dolu dolu ayrıldı görev yaptığı her yerden, arkasından öyle temiz, öyle masum gözyaşları döküldü ki, Yaradan taş değdirmedi öğretmenin ayağına.

Öğretmenlerimizi hep sevdik…

Onları anmadığımız, onlardan örnek vermediğimiz, onların sözlerini dilimizden düşürmediğimiz çok az zaman var.

Birçoğunu kaybettik.

Birçoğu bulunduğumuz yere çok uzak, ancak bir telefon kadar yakın.

Onlar uğurlarına şiirler yazdıklarımız.

Çünkü, Öğretmenler her şeyden vazgeçtiler de bir tek şeyden vazgeçemediler.

Öğrencilerini sevmekten!

Bir sözleriyle yanlışlardan döndürmüşlerdi bizi.

Yol ayırımlarından, uçurum kenarlarından çekip almışlardı.

Nasihatlerini dinlemekle az kâr etmedik.

Kimi dert ortağımızdı. Kiminden çok çekinirdik. Kiminin her sözünü tutardık Kimini baba bellemiştik, ta gönülden…Kimi hayatta onun gibi olmak istediğimizdi. Kimi öyle şefkatliydi ki, keşke babamda böyle olsa derdi arkadaşlar.

Kimi arkadaş gibiydi, sırdaşımızdı adeta. Her birinden çok şey öğrendik.

Ey benim duygusal öğretmenim! Fedakârım, cefakârım, vefakârım!

Ay yıldızlı bayrağımın dalgalandığı yurdumun her köşesinde şerefle, şanla, gururla görev yapanım!

Tütmeyen ocakları tüttürenim, her bahçede güller, sümbüller, nergisler, laleler, menekşeler açtıranım!

Taşın altına elini değil, gövdesini değil, yüreğini koyanım!

“Öğretmenim!” diyene, kalbini ve sevgisini sunanım!

Ona ağlamayanlara ağlayanım, onu düşünmeyenleri düşünenim, özlemeyenleri özleyenim!

Sınıfa girdiğinde dünyayı unutanım, öğrencilerinin derdini dert edinenim, ancak kendi derdini kimseye belli etmeyenim, edemeyenim!

Söz vermişler, ant içmişlerdi Türkiye’yi ve Türkiye’nin öğrencilerini yüceltmeye. Kara trenin gidebildiği istasyonda indiler. Ya da otobüslerin, üstü açık kamyonların varabildiği yere kadar gittiler.

Sonrası başladılar yürümeye. Şanslı olanları bir katır buldu. Katır sırtında aştı dağları. Bulamayanlar yürüdü gitti, üç saat, beş saat. Dağlar, tepeler aşıldı, köye varıldı. Öğretmen gelmişti köye.

Çocuklar toplandı. Okul açıldı. Sıra yoktu. Masa yoktu. Tahta yoktu. Okul diye tahsis edilen bir evi adam etti öğretmen. Sildi, süpürdü, boyadı kendince. Üç gün sonra, köylü tanıyamadı orasını.

Bayrak direği bile olan bir bina olmuştu, o kimsenin beğenmediği, burada değil insan affedersin hayvan bile eğlenmez denilen yapı. Kapısında da, köylerinin adı yazılıydı. Falanca köy İlkokulu diye.

Sıralar, masa ve karatahta birkaç kişinin desteği, öğretmenin gayreti ve emeği ile yapılmış, boyanmış konmuştu okul binasına. İnsanlar bir binaya baktılar, bir de kendi umursamazlıklarına.

Kimi keşke yardım etseydik dedi. Kimi koskoca öğretmen, bakalım ne yapacak diye uzaktan seyretti. Pek azıda, yardım edelim, sevaptır şu garibe dedi.

Çocuklar yazıldılar birer ikişer okula. Öğretmen daha sonra ölçülerini aldı her birinin, beyaz yakalar, siyah önlükler ilçedeki terzilerden birine diktirildi. Çiçek gibi oldu her çocuk.

Evlerde analar, diğer küçük çocuklarına ağabeylerini ve ablalarını gösterip, sizde büyüyünce ablanız gibi, ağabeyiniz gibi okula gideceksiniz, okuyacaksınız diyorlardı.

Köye öğretmen gelmişti, bayram gelmişti.

Hocası Akşemsettin ile İstanbul’a birlikte giren Fatih Sultan Mehmet, Bizanslı kızların çiçekleriyle karşılanırlar. Ancak Sultanı, Akşemsettin zanneden kızlar çiçeklerini ona atmaya ve vermeye başlayınca yapılan yanlışlık kısa bir süre sonra anlaşıldığında Fatih;

-Evet der Sultan Mehmet benim ama, o benim Hocamdır. Çiçeklerinizi ona verin.

Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk, bir köy okulunu ziyaretinde, ders vermekte olan genç bir öğretmenin sınıfına girdiğinde, öğretmen, yerini kendisine bırakmak ister, bunun üzerine Atatürk der ki;

- Hayır yerinize oturunuz ve dersinize devam ediniz! Eğer izin verirseniz, biz de sizden istifade etmek isteriz. Sınıfa girdiği zaman Cumhurbaşkanı bile, öğretmenden sonra gelir.

Özellikle ilkokul öğretmenlerimizi hiç unutmadık. Anamız kadar, babamız kadar sevdik onları.

Gözlerine baktığımızda içimiz ısınırdı.

Güven gelirdi bize. Cesaret aşılarlardı. Korkmamayı onlardan öğrendik.

Doğru kimdir? Dürüst neye derler? Yalancının mumu neden yatsıya kadar yanmaz?

Her durumda doğru söylemek neden önemlidir?

Bu düsturları öğretmenlerimiz öğretmiştir hepimize.

Kavga edenleri el sıkıştırırlar, küs olanları barıştırırlardı.

Sınıfımda küs olanı görmek istemiyorum dediklerinde kimse kimseye küsemezdi.

Yalan söyleyene, bak bakayım gözlerimin içine dediklerinde, yalan söylemeye çalışan başlardı ağlamaya. Onlardan kimse bir şey saklayamazdı.

Nezaketi, nazik davranmayı, özür dilemeyi, izin istemeyi, birinin sözünü kesmemeyi, sabırlı olmayı öğreten, öğretmekle yetinmeyip bu davranışları pekiştirendi onlar.

 

Öğretmenlik acı-tatlı hatıralarla dolu bir meslek. Ve biz öğretmenler hatıralarımızla yaşayan, hatıralarımızla ayakta duran şerefli bir mesleğin mensuplarıyız.

Dünyanın en güzel kelimelerinden biri olan, “Öğretmenim” kelimesiyle geçen bir ömür bizimkisi…

Rahmeti rahmana kavuşan bütün öğretmenlerimizin ruhu şad, mekanları cennet bahçelerinden bir bahçe olsun inşallah.

Öğretmenler gününüz kutlu olsun sevgili öğretmenler!

DİĞER YAZILARI Kıyamet mi Koptu? 01-01-1970 03:00 Biz Bizden Gidemeyiz 01-01-1970 03:00 Yaşadığımız Her Güzel Gün Bayram Olsun 01-01-1970 03:00 ALPASLAN TÜRKEŞ 01-01-1970 03:00 Ramazan Hürmetine 01-01-1970 03:00 İhsan Ceylan 01-01-1970 03:00 Göl Şehrinin Hikayesi 01-01-1970 03:00 Söz, Etme Dedi Ses, Dinlemedi 01-01-1970 03:00 Bey Kızının Hikayesi 01-01-1970 03:00 Vakit Vuslat Vaktidir 01-01-1970 03:00 Seyit Küçükbezirci 01-01-1970 03:00 Buram Buram Konya Kokma 01-01-1970 03:00 KASIMPATI 01-01-1970 03:00 Daha Nice Yüzyıllar Gör Türkiyem 01-01-1970 03:00 Yine Ortadoğu, yine kan, yine gözyaş 01-01-1970 03:00 Sultanlar Tepesinden Sultanlar Şehrine! 01-01-1970 03:00 Bu Benim Meselem, Derin Meselem” 01-01-1970 03:00 Bu Şehirde Kaç Zeki Oğuz Daha Kaldı? 01-01-1970 03:00 Makam Mahur Hava Eyyamı Bahur! 01-01-1970 03:00 BAYRAM GELDİ HOŞ GELDİ! 01-01-1970 03:00 Öfke hikayesi 01-01-1970 03:00 Dilinle Söylediğini, Kalbinle de Söyle 01-01-1970 03:00 Kara Odun Ateşe Eş Oldu Aydınlık Geldi!” 01-01-1970 03:00 Doğruluk Sözde Değil Özde Olur!’ 01-01-1970 03:00 Kalemin Su, Kâğıdın Rüzgâr İse... 01-01-1970 03:00 Söküklerini Dik Sözlerinin 01-01-1970 03:00 Bazen... 01-01-1970 03:00 Hak Kapısından Ayrılmayan Türk, Var Olduğu Müddetçe Vatansız Kalmaz 01-01-1970 03:00 Kıskançlık Yapanın Gönlüne Karanlıklar Çöker 01-01-1970 03:00 Dertlinin Derdini Dinlemek! 01-01-1970 03:00 Eden Kendisine Eder!.. 01-01-1970 03:00 AYNA 01-01-1970 03:00 Diline Hâkim Olmak 01-01-1970 03:00 Ramazan Hikayesi -2 01-01-1970 03:00 Ramazan Hikayesi 01-01-1970 03:00 Adı Güzel, Kendi Güzel Muhammed 01-01-1970 03:00 Fani Dünya Hoştur Amma... 01-01-1970 03:00 SON CEMRE 01-01-1970 03:00 SÖZ! 01-01-1970 03:00 YILBAŞI DEMEK 01-01-1970 03:00 ŞEB-İ ARUS 01-01-1970 03:00 Aşçı Dede Kimin Dedesi? 01-01-1970 03:00 Benim Derdim Dermanım Bilen Yok! 01-01-1970 03:00 Ecdada Vefa! 01-01-1970 03:00 Yüreğe Gömülmek! 01-01-1970 03:00