Bir sınavın daha sonuna geldik. Sayısız deneme, gece uykularını bölen kaygılar, masa başında geçen uzun saatler, alın teri, gözyaşı… Hepsi geride kaldı. Ancak şimdi, çoğu öğrencinin fark etmediği, velilerin gözden kaçırdığı ve öğretmenlerin genellikle gölgede bıraktığı bir dönem başlıyor: Tercih süreci. Bu süreç, yalnızca puanlara göre bölüm seçmekten ibaret değildir. Aksine, tercih dönemi bir bireyin yaşamına yön verecek en temel kararlardan birinin alındığı, çok katmanlı bir psikolojik, akademik ve sosyokültürel yapı taşının şekillendiği evredir. Ne yazık ki bu dönem çoğu zaman yalnızca teknik veriler üzerinden yürütülüyor: “Puanın ne?”, “Hangi üniversiteye yetiyor?”, “İş imkânı daha fazla olan meslek hangisi?” Oysa bu sorular, öğrencinin içsel dünyasını görmeden, sadece yüzeysel bir seçim yapmaya zorlayan kalıplardır. Oysa ki meslek seçimi, sadece bir gelir aracı değil; bireyin kimliğinin, değer sisteminin ve yaşam doyumunun doğrudan bir yansımasıdır. Kişinin sahip olduğu ilgi ve yeteneklerin uyumu, öz-yeterlik inancı, psikolojik sağlamlık düzeyi ve gelecek tasarımı bu süreçte belirleyici olmalıdır. Yani yalnızca “hangi bölüme girebilirim?” değil, aynı zamanda “hangi meslekte anlam bulabilirim?” sorusu da masaya yatırılmalıdır.
Bu noktada öğretmenlere ve velilere düşen rol, yönlendiren değil, eşlik eden olmaktır. Öğrencilerin bu karar sürecinde bilişsel ve duygusal farkındalıklarını desteklemek gerekir. Çünkü karar verme, özellikle ergenlik ve genç yetişkinlik döneminde; kimlik gelişimiyle iç içe ilerler. Psikolojik danışmanlık literatüründe bu sürece 'değer yönelimi' adı verilir. Bireyin hangi yaşam biçimini benimsediği, hangi sorunlara duyarlılık geliştirdiği, üretimden nasıl tatmin olduğu gibi değişkenler, meslek seçiminde göz ardı edilmemesi gereken psikodinamik bileşenlerdir. Aksi takdirde sadece statü beklentisiyle seçilmiş bölümler, yıllar içinde tükenmişliğe, içsel çatışmalara ve iş doyumsuzluğuna yol açabilir. Bunun yanı sıra öğrencilerin mesleklerle ilgili düşüncelerinin çoğu, çevreden duyduklarına veya sosyal medyada gördüklerine dayanır. Bilgi kaynakları çoğu zaman sığdır. Oysa doğru tercih, kapsamlı bir araştırma ve bireysel farkındalık süreciyle mümkün olur. Üniversitelerin sadece sıralamaları değil; akademik kadroları, mezunlarının iş alanları, şehir yaşamı, kampüs olanakları, hatta bölümlerin ders içerikleri bile dikkatle incelenmelidir. Bu noktada ailelerin çocuklarına alan açmaları, güven vermeleri ve yönlendirmeden, kıyaslamadan, etiketlemeden süreçte yanlarında olmaları hayati önem taşır. Çünkü bireyin kendi kararını alabilme gücü, onun özsaygısını ve psikolojik sağlamlığını pekiştirir.
Meslek seçimi; karar sürecidir. Ancak bu kararın sağlıklı alınabilmesi için öğrencinin sadece neyi yapabileceğini değil, neyi yapmak istediğini de duymaya ihtiyacı vardır. Birey, başkasının hayatını değil, kendi potansiyelini gerçekleştireceği bir yolu seçebilmelidir. Bu yüzden bu dönem, yalnızca akademik değil, aynı zamanda psikolojik bir eşiği temsil eder. Öğrenci kendi gerçeğini keşfetmeye başladığında, tercih değil yönelim geliştirir. Ve bu yönelim, sadece üniversite kapısına değil; yaşam boyu sürecek bir tatmin yolculuğuna açılır. Biz eğitimciler, psikolojik danışmanlar ve ebeveynler olarak onların bu yolda birer harita değil, pusula ihtiyacı olduğunu unutmamalıyız. Çünkü harita başkasının çizdiğidir, pusula ise bireyin kendi yönünü bulmasına yardımcı olandır. Tıpkı Kuzey Yıldızı gibi.