Üniversite sınavına bir ay kala, takvimler hızla ilerlerken gençlerin iç dünyasında zamanın neredeyse durduğunu hissederiz. Kalp atışlarının her saniye biraz daha hızlandığı, uyku düzeninin bozulduğu, kararsızlıkların yoğunlaştığı bu dönemde, yalnızca öğrenciler değil; aileler ve öğretmenler de sınavın görünmeyen tarafında büyük bir yük taşır.
Bu süreçte en büyük hata, “Artık çok geç” düşüncesidir. Oysa doğru adımlar, tam da bu son virajda atılmalıdır. Öncelikle öğrenciler, geçmişin pişmanlıklarıyla değil, bugünün fırsatlarıyla ilgilenmelidir. Günde 8-10 saatlik planlı ve verimli tekrarlar hâlâ çok kıymetlidir. Eski denemelerin analizi yapılmalı, güçlü ve zayıf yönler yeniden gözden geçirilmelidir. Ancak unutulmamalıdır ki, verim sadece çalışmakla değil, iyi hissetmekle de artar.
Stresin bu dönemde kaçınılmaz olduğu aşikâr. Ancak doğru yönetildiğinde stres, performans artıran bir güçtür. Nefes egzersizleri, kısa yürüyüşler, düzenli uyku ve dengeli beslenme; zihinsel berraklığı sağlayan basit ama etkili araçlardır. Motivasyonun düşmesi doğaldır; burada devreye psikolojik danışmanlar, rehber öğretmenler be aile girer.
Aileler, bu dönemde eleştiriden uzak, destekleyici ve güven verici bir dil kullanmalıdır. Çocuğunuzun bir sınav sonucu kadar, bir birey olduğunu da hatırlayın. Onun yanında olduğunuzu hissettirmek, bir motivasyon konuşmasından daha etkili olabilir.
Psikolojik danışmanlar ise meslek danışmanlığı, akademik rehberliğin yanında duygusal bir mentor rolü üstlenmelidir. “Yapabilirsin, çünkü bugüne kadar neleri başardığını gördüm,” cümlesi, bir öğrencinin içinde sönmek üzere olan inancı yeniden alevlendirebilir.
Unutulmamalıdır ki, üniversite sınavı bir varoluş meselesi değil, bir yol ayrımıdır. Bu yolda yürürken en çok ihtiyaç duyulan şey; bilgi kadar inanç, plan kadar sabır, sınav kadar hayatı da hatırlamaktır.